PREMATÜRE ANNESİ OLMAK
PREMATÜRE ANNESİ OLMAK
Yer: Hastane asansörü... Tarih: 6.3.2012 (doğumdan 1 gün sonra) Konu: "Bu kadın doğuma giderken neden bu kadar ağlıyor. Vah yavrum korkuyor mu? Ah canım sancısı mı var?" Gerçek: Erken doğum yapan bir anne sadece bebeğine dokunmak ve onu emzirmek istiyor!
Her anne, hamileliği boyunca bebeğini kucağına almak için sabırsızlanır. Hatta kimine göre geçmez o sağa sola dönülen geceler. İşte o bekleyişin epeyce başında, öyle pat diye, aniden, plansız, kat kat endişelerle doğuma gitmektir prematüre annesi olmak.
Bebeğini 35 haftalık dünyaya getiren bir anne olarak elbette şanslıydım. Daha erken doğan bebekleri düşünürsek... Ancak doğar doğmaz kollarıma alamamak, canından can olan en değerli varlığına dokunamamak ve emzirememek olsa olsa kabus olmalıydı.
Yoğun bakım ünitesinin ne menem bir dünya olduğunu en çok prematüre anneleri bilir. Bazen günler, bazen haftalar, hatta aylar süren bekleyişlerin sonunda bebeklerini evlerine götürebilen anneler... Her gün günde iki kere kapısında sıra bekleyen, sağdığı sütünü yavrusuna getiren anneler... Başka bir anne bebeğini görebilsin diye yavrusuyla buluşmasını erken bitirmek zorunda kalan anneler... "Bugün bebeğine dokunabilirsin" dendiğinde yüreği göğsüne sığmayan anneler...
BU BİR SABIR DERSİ OLMALI!
Erken doğum benim ve tecrübe eden annelerin sabırlarını sınamaları için en büyük ders sanırım. Sizin dokunamadığınız bebeğinize bir başkasının dokunması, onu beslemesi, siz sancılar içinde sağdığınız iki damla sütü bebeğinize taşırken size "Bu kadarcık mı?" denmesi, emzirirken o küçücük bedenle yalnız kaldığınızdaki çaresizlik ve tarif edilmez mutluluğun sadece dakikalara sığması... Emzirme alıştırmaları... İlaçlardan halsiz düşen bebeği emzirmenin ne kadar maharet gerektirdiğini anlamak...
Prematüre bir bebek annesi olarak bebeğinin sağlığı için daha çok endişelenerek başlayan bir hikayenin içinde buldum kendimi. Bebeğini çevreden, hatta kendimden bile sakınmak zorundaydım. Bu durumun psikolojik yükü ise oldukça ağırdı.
Prematüre annesi olmak; bebeği ile arasında cam bir kuvözün, ilaç kokusunun, hortumların, sterilizörlerin, bip seslerinin, dakikaların, hemşirelerin ve daha pek çok engelin olduğunu görmek, ancak bütün bunlara ses çıkaramamaktır.
Bu zor süreçte gözlemlediğim yanlışların başında, erken doğum yapan annelerin bebeklerini emzirememesi ve bu konuda gerekli desteğin annelere sağlanmaması geliyor. Yurt dışında pek çok hastanede uygulanan anne kucağında kanguru bakımı da genellikle ülkemizde uygulanmıyor. Bu konuyu kendi doğum yaptığım hastanenin yenidoğan yoğum bakım servisinde dile getirdiğimde gördüğüm tepki ise beni oldukça şaşırtmıştı. Oysa, normalden daha da büyük endişeler yaşayan prematüre annelerinin bebek bakımı, emzirme gibi konularda güven verilerek desteklenmesi hayati önem taşıyor.
Kanguru bakımı hakkında bilincin artması, belki ülkemizdeki hastanelerin yenidoğan ünitelerinde de bu yöntemin uygulanmasına vesile olur.
HERKESİN HAKKINDA BİR FİKRİ OLAN SANAT DALI: ANNELİK
Anne olduğum ilk andan bugüne adeta kendimi bir savaşçı gibi hissediyorum. Kılıcım bilgim, miğferim sabrım oluyor... Yalnız kızımı korumak, sağlıkli ve mutlu büyümesi için yaptıklarım değil, kendi doğrularımı hayata geçirmek için çevreme karşı yürüttüğüm savaş sanırım en yorucu olanı.
Başta yakın çevre olmak üzere herkes bebeğinizin bakımı hakkında sizin kafanızı karıştıracak ve sizi endişeden endişe gark edecek "değerli fikirleri"yle bildiklerinizi yok sayıyorlar. Nedense bebek bakımı konusunda herkes kendini profesör ilan etmiş. Üstelik bilgilerin çoğu batıl ya da yanlış.
AMAN ÜŞÜMESİN
Bizim toplumun en önde gelen olmazsa olmaz kuralı "aman üşümesin". Sokakta güneşin altında yüzlerce bebek görüyorum kat kat giydirilmekten yüzleri kıpkırmızı kesilmiş. "Ah yazık onlara" diye geçirirken içimden bir teyzenin bana "çocuk üşür" demesiyle beynim karıncalanıyor adeta. Nasıl üşür bir çocuk biz kısa kolluyla gezerken? Ayrı bir organizma mı bu çocuk? Ya da ben neciyim? Üşüse giydiririm elbet. "Ah elleri soğumuş" da gelen taaruzun ikinci adımı oluverir. Oysa ter içinde kalan bir insanın elleri de buz gibi olabilir. Ki buz filan yok ortada! Güneşten adeta kaçan bir milletin üşümekle ilgili imtihanı en çok anneleri sersemletiyor sanırım.
Zaten bütün hastalıklar da hep üşütmekten oluyor. Bilim dünyası yıllardır virüstü, bakteriydi boşuna kafa yoruyorlar...
DOYMUYOR ÇOCUK!
Kendi annem başta olmak üzere Türk kadının ortak derdi emziren annenin sütünün yeterli olmadığı tezini ortaya savurmaktır. Emziren kadının içindeki durumu hiç düşünmeden sürekli sütünün yetmediğini, çocuğun aç olduğu için ağladığını söyleyerek annenin kendine olan güvenini dibe çekerek onu bir an önce pirinç unuyla tanıştırma telaşı sarar ortalığı. Yapılan araştırmalar bu türden olumsuz baskı yapan kadınların emziren annenin rüyalarında genellikle kurban olduklarını ortaya koymuştur.:)
ÇOK ZAYIF BU ÇOCUK!
Yaren büyüme eğrisinde her zaman oldukça sağlıklı bir noktada görünüyor. Doktorumuz da böyle söylüyor. Yani bir sorunumuz yok. Ama bana bile "acaba" dedirten eleştirilerin başında geliyor bu kilo konusu. Komşu teyzeler adeta yüzünüze bir tokat gibi inen şu cümleyi kurduğunda tüm bilginiz atmosfere karışıp gidiyor adeta: "Çok zayıf bu çocuk". "Yoo değil, öyle mi yoksa, zayıf mı, yok canım. değil, zayıf mı yoksa, ama doktor, evet biraz zayf mı ne, aaa evet zayıfmış ben farketmemiş miyim, nasıl farketmem ki, nasıl, ühüüüüü ühüüüü....." Ve işte oldunuz. İstenilen noktaya geldiniz. Sonunda başardılar. Sizi en "zayıf" yerinizden çattadanak vurdular. Teslim olmayın. Çünkü o teyzeye göre çocuk dediğin 7/24 yemek yemelidir. Önünden önlük, ağızından mama eksik edilmemelidir. Hatta uyurken bile sürekli ağzına bir şeyler tıkıştırılmalıdır. Çocuk açlık hissiyle hiç tanışmamalı, tanısa bile tanımazdan gelmelidir. Tartıya çıkarken bir heybeti olmalı, kolları vücudundan çoook uzakta durmalıdır. Bastı mı ses getirmeli, vurdu mu indirmelidir! Biri ağzına bir şey alsa ağlamalı, lokmaları havada kapmalıdır.
Biliyorum ki bu meşakketli yolada gün ve gün önüme daha nice teyzeler, komşu ablalar, yürüyen kontrollör amcalar, bebeği bulduğunda ağzına abur cubur tıkıştıran kötü ruhlu park kaçkınları çıkacak. Ama yılmak yok. İnançla ve bilgiyle yola devam...
PREMATÜRE ANNESİ OLMAK
Yer: Hastane asansörü... Tarih: 6.3.2012 (doğumdan 1 gün sonra) Konu: "Bu kadın doğuma giderken neden bu kadar ağlıyor. Vah yavrum korkuyor mu? Ah canım sancısı mı var?" Gerçek: Erken doğum yapan bir anne sadece bebeğine dokunmak ve onu emzirmek istiyor!
Her anne, hamileliği boyunca bebeğini kucağına almak için sabırsızlanır. Hatta kimine göre geçmez o sağa sola dönülen geceler. İşte o bekleyişin epeyce başında, öyle pat diye, aniden, plansız, kat kat endişelerle doğuma gitmektir prematüre annesi olmak.
Bebeğini 35 haftalık dünyaya getiren bir anne olarak elbette şanslıydım. Daha erken doğan bebekleri düşünürsek... Ancak doğar doğmaz kollarıma alamamak, canından can olan en değerli varlığına dokunamamak ve emzirememek olsa olsa kabus olmalıydı.
Yoğun bakım ünitesinin ne menem bir dünya olduğunu en çok prematüre anneleri bilir. Bazen günler, bazen haftalar, hatta aylar süren bekleyişlerin sonunda bebeklerini evlerine götürebilen anneler... Her gün günde iki kere kapısında sıra bekleyen, sağdığı sütünü yavrusuna getiren anneler... Başka bir anne bebeğini görebilsin diye yavrusuyla buluşmasını erken bitirmek zorunda kalan anneler... "Bugün bebeğine dokunabilirsin" dendiğinde yüreği göğsüne sığmayan anneler...
BU BİR SABIR DERSİ OLMALI!
Erken doğum benim ve tecrübe eden annelerin sabırlarını sınamaları için en büyük ders sanırım. Sizin dokunamadığınız bebeğinize bir başkasının dokunması, onu beslemesi, siz sancılar içinde sağdığınız iki damla sütü bebeğinize taşırken size "Bu kadarcık mı?" denmesi, emzirirken o küçücük bedenle yalnız kaldığınızdaki çaresizlik ve tarif edilmez mutluluğun sadece dakikalara sığması... Emzirme alıştırmaları... İlaçlardan halsiz düşen bebeği emzirmenin ne kadar maharet gerektirdiğini anlamak...
Prematüre bir bebek annesi olarak bebeğinin sağlığı için daha çok endişelenerek başlayan bir hikayenin içinde buldum kendimi. Bebeğini çevreden, hatta kendimden bile sakınmak zorundaydım. Bu durumun psikolojik yükü ise oldukça ağırdı.
Prematüre annesi olmak; bebeği ile arasında cam bir kuvözün, ilaç kokusunun, hortumların, sterilizörlerin, bip seslerinin, dakikaların, hemşirelerin ve daha pek çok engelin olduğunu görmek, ancak bütün bunlara ses çıkaramamaktır.
Bu zor süreçte gözlemlediğim yanlışların başında, erken doğum yapan annelerin bebeklerini emzirememesi ve bu konuda gerekli desteğin annelere sağlanmaması geliyor. Yurt dışında pek çok hastanede uygulanan anne kucağında kanguru bakımı da genellikle ülkemizde uygulanmıyor. Bu konuyu kendi doğum yaptığım hastanenin yenidoğan yoğum bakım servisinde dile getirdiğimde gördüğüm tepki ise beni oldukça şaşırtmıştı. Oysa, normalden daha da büyük endişeler yaşayan prematüre annelerinin bebek bakımı, emzirme gibi konularda güven verilerek desteklenmesi hayati önem taşıyor.
Kanguru bakımı hakkında bilincin artması, belki ülkemizdeki hastanelerin yenidoğan ünitelerinde de bu yöntemin uygulanmasına vesile olur.
HERKESİN HAKKINDA BİR FİKRİ OLAN SANAT DALI: ANNELİK
Anne olduğum ilk andan bugüne adeta kendimi bir savaşçı gibi hissediyorum. Kılıcım bilgim, miğferim sabrım oluyor... Yalnız kızımı korumak, sağlıkli ve mutlu büyümesi için yaptıklarım değil, kendi doğrularımı hayata geçirmek için çevreme karşı yürüttüğüm savaş sanırım en yorucu olanı.
Başta yakın çevre olmak üzere herkes bebeğinizin bakımı hakkında sizin kafanızı karıştıracak ve sizi endişeden endişe gark edecek "değerli fikirleri"yle bildiklerinizi yok sayıyorlar. Nedense bebek bakımı konusunda herkes kendini profesör ilan etmiş. Üstelik bilgilerin çoğu batıl ya da yanlış.
AMAN ÜŞÜMESİN
Bizim toplumun en önde gelen olmazsa olmaz kuralı "aman üşümesin". Sokakta güneşin altında yüzlerce bebek görüyorum kat kat giydirilmekten yüzleri kıpkırmızı kesilmiş. "Ah yazık onlara" diye geçirirken içimden bir teyzenin bana "çocuk üşür" demesiyle beynim karıncalanıyor adeta. Nasıl üşür bir çocuk biz kısa kolluyla gezerken? Ayrı bir organizma mı bu çocuk? Ya da ben neciyim? Üşüse giydiririm elbet. "Ah elleri soğumuş" da gelen taaruzun ikinci adımı oluverir. Oysa ter içinde kalan bir insanın elleri de buz gibi olabilir. Ki buz filan yok ortada! Güneşten adeta kaçan bir milletin üşümekle ilgili imtihanı en çok anneleri sersemletiyor sanırım.
Zaten bütün hastalıklar da hep üşütmekten oluyor. Bilim dünyası yıllardır virüstü, bakteriydi boşuna kafa yoruyorlar...
DOYMUYOR ÇOCUK!
Kendi annem başta olmak üzere Türk kadının ortak derdi emziren annenin sütünün yeterli olmadığı tezini ortaya savurmaktır. Emziren kadının içindeki durumu hiç düşünmeden sürekli sütünün yetmediğini, çocuğun aç olduğu için ağladığını söyleyerek annenin kendine olan güvenini dibe çekerek onu bir an önce pirinç unuyla tanıştırma telaşı sarar ortalığı. Yapılan araştırmalar bu türden olumsuz baskı yapan kadınların emziren annenin rüyalarında genellikle kurban olduklarını ortaya koymuştur.:)
ÇOK ZAYIF BU ÇOCUK!
Yaren büyüme eğrisinde her zaman oldukça sağlıklı bir noktada görünüyor. Doktorumuz da böyle söylüyor. Yani bir sorunumuz yok. Ama bana bile "acaba" dedirten eleştirilerin başında geliyor bu kilo konusu. Komşu teyzeler adeta yüzünüze bir tokat gibi inen şu cümleyi kurduğunda tüm bilginiz atmosfere karışıp gidiyor adeta: "Çok zayıf bu çocuk". "Yoo değil, öyle mi yoksa, zayıf mı, yok canım. değil, zayıf mı yoksa, ama doktor, evet biraz zayf mı ne, aaa evet zayıfmış ben farketmemiş miyim, nasıl farketmem ki, nasıl, ühüüüüü ühüüüü....." Ve işte oldunuz. İstenilen noktaya geldiniz. Sonunda başardılar. Sizi en "zayıf" yerinizden çattadanak vurdular. Teslim olmayın. Çünkü o teyzeye göre çocuk dediğin 7/24 yemek yemelidir. Önünden önlük, ağızından mama eksik edilmemelidir. Hatta uyurken bile sürekli ağzına bir şeyler tıkıştırılmalıdır. Çocuk açlık hissiyle hiç tanışmamalı, tanısa bile tanımazdan gelmelidir. Tartıya çıkarken bir heybeti olmalı, kolları vücudundan çoook uzakta durmalıdır. Bastı mı ses getirmeli, vurdu mu indirmelidir! Biri ağzına bir şey alsa ağlamalı, lokmaları havada kapmalıdır.
Biliyorum ki bu meşakketli yolada gün ve gün önüme daha nice teyzeler, komşu ablalar, yürüyen kontrollör amcalar, bebeği bulduğunda ağzına abur cubur tıkıştıran kötü ruhlu park kaçkınları çıkacak. Ama yılmak yok. İnançla ve bilgiyle yola devam...
Yorumlar
Yorum Gönder