Ana içeriğe atla

İŞTE, BİZİM KADINLARIMIZ...

“Ve kadınlar bizim kadınlarımız: korkunç ve mübarek elleri ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle anamız, avradımız, yarimiz ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen ve soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki ve kara sabana koşulan ve ağıllarda ışıltısında yere saplı bıçakların oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan kadınlar, bizim kadınlarımız şimdi ayın altında kağnıların ve hartuçların peşinde harman yerine kehribar başlı sap çeker gibi aynı yürek ferahlığı, aynı yorgun alışkanlık içindeydiler.” Nazım Hikmet Ran 
Ve savaşta, barışta yani hayatın her alanında yerini başarı ile almış; analığı, dişiliği bir yana başarıları ile hemcinslerinin yolunu açan kadınlar... 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde başarılı kadın portrelerini sizlerle paylaşıyoruz. Tüm kadınların günü kutlu, yolu açık olsun.
SANAT FEDAİSİ AFİFE JALE 
Günümüzde adına ödül törenleri düzenlenen gerçek bir savaşçı, kadın olarak en zor koşullarda bile istediği şeyi yapabilmiş yüce bir iradedir Afife. Ve Jale onun sahneye çıkmak için kullandığı (kullanmak zorunda kaldığı!) takma bir kadın ismidir sadece... Tiyatro ile tanışması 1918’lere dayanır. Ama bu tanışma öyle kolay olmamıştır. Ne de olsa Afife bir Türk ve Müslüman kızıdır. Yasaktır, Türksen ve Müslümansan; üstelik bir de kadınsan sahnelere adım atmak! Afife tüm bu yasaklara aldırmadan Darülbedayi'ye (Şehir Tiyatroları) alınmak üzere açılan sınava girer. Prof. Metin And, Türk Tiyatrosu Tarihi kitabında şöyle anlatır o zamanları: “1920 yılında Darülbedayi, Hüseyin Suat'ın ‘Yamalar’ adlı oyununu Kadıköy'deki Apollon Tiyatrosu'nda (şimdiki Reks Sineması) sahneye koyuyordu. Bu oyunda Emel adlı kızı oynayan Eliza Binemeciyan topluluktan ayrılıp yurt dışına gittiği için bu rolü yüklenecek bir kadın aranıyordu. Bu rol için seçilen Afife, "Jale" takma ismiyle Kadıköy'de Apollon Tiyatrosu'nda sahneye çıkar. O tarihi geceyi, 6 yıl sonra Refik Ahmet Sevengil'e anlatırken ‘Hayatımda mesut olduğum ilk gece...’ diyordu; ‘Sanatın, ruhuma verdiği güzel sarhoşluk içinde idim. Opiyekte güzel bir sahne vardır; ağlama sahnesi... Orada taşkın bir saadetle ağladım. Sahiden ağladım... Alkış, alkış, alkış... Perde kapandı; açıldı, bana çiçekler getirdiler. Muharrir Hüseyin Suat Bey, kuliste bekliyormuş; ben çıkarken durdurdu; alnımdan öptü: ‘Bizim sahnemize bir sanat fedaisi lazımdı; sen işte o fedaisin’ dedi.” Nezihe Araz'ın kaleminden Afife şöyle sesleniyor; “Beni acıyarak değil, düşünerek severek, kucaklayarak hatırlayın. Tiyatro varsa ben varım” inancı ve aşkıyla yaşıyordu Afife… “Olmak ya da olmamak” işte gerçek buydu onun için. “Olmak”la sanatını icra etmek eşanlamlıydı, bu eşanlam da tiyatroydu. Toplum hayatında ilk olmak; yani onun deyimle “ilk ateşi yakmak”, “ilk türküyü söylemek”, “ilk aşkı ya da direnişi başlatmak" bir olaydı ve bunun her zaman bir bedeli vardı. İlkler yol boyu bu bedeli ödediler.

TÜRK KADINININ BİLİNÇALTI AYSEL GÜREL 
Türkoloji mezunu, şair, tiyatro ve sinema sanatçısı, şarkı sözü yazarı, anne, anneanne, aşık ve kadındı. Geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz Aysel Gürel kadınlara yasaklanmış her ne varsa, yasak olmadığını gösterdi yaşamı boyunca. Çalıştı, üretti, ayakta kaldı ve her zaman “kadın” olmaktan onur duydu. Kendi gibi sanatçı iki kadın bıraktı arkasında. Müjde ve Mehtap Ar annelerinin Türk kadınına bıraktığı vasiyeti aktardılar ardından: Mehtap Ar, Aysel Gürel'in vasiyetini şöyle sundu: “Annemin vasiyeti şuydu, tüm kadınlara söyle; bilsinler ki ben 80 yaşıma kadar çalıştım ve dimdik ayaktayım. Çalışmak ve ayakta kalmak güç ama ben başardım, tüm kadınlar da başarabilir.” Türk kadının bilinçaltı olduğunu söylerdi ve cinsellik konusunda bastırılmış kadınlar adına yaptığı rahat açıklamaları ve şaşırtan cesareti ile çok şeyin rahatça konuşulmasına fırsat verdi. Aysel Gürel yazdığı şiirlerde ve şarkı sözlerinde de çok şeyler söyledi “kadın”a dair. İşte onlardan biri; "Ünzile insan dölü/ On kardeş beşi ölü/ Büyüdükçe unufak/ Ve gelir de görücü/ İnci gibi dişi/ Görücü bilir işi/ Söğüdüm ağlar gider/ Olur hatun kişi/ Varmadan sekizine/ Ergin oldu Ünzile/ Hem kadın hem de çocuk /Onikisinde ana/ /Bir gül gibi al ve narin/ Bir su gibi saydam ve sakin/ Susar kadın Ünzile/ Yağmuru kim döküyor/ Ünzile kaç koyun ediyor/ Dayaktan uslanalı/ Hiçbirşey sormuyor." 

 CEPHEDE BİR KADIN HALİDE EDİP 
Mor Salkımlı Ev’den, Sinekli Bakkal’dan ve daha nice romanından tanınan Halide Edip Adıvar 80 yıllık ömrüne neler sığdırmadı ki… Yazarlık, öğretmenlik, kürsü başkanlığı, milletvekilliği, kadın hakları savunuculuğu ve onbaşılık… Daha 15’inde bir kızken çevirdi J. Abott'ın "Ana" adlı eserini dilimize. Tam bir Cumhuriyet kadını oldu ve ölümüne kadar hep çalıştı. Halide Edip 1908'de gazetelerde kadın haklarıyla ilgili yazılar yazmaya başladığında Osmanlı içerisindeki muhafazakar çevrelerin tepkisini çekti. Bu tepkiler yıldırmadı onu. Sadece yazarlıkla yetinmedi, hem yurtdışında hem İstanbul’da Filoloji bölümlerinde öğretim üyeliği yaptı. Amerika’da Columbia Üniversitesi, Hindistan’da Delhi İslam Üniversitesi’nde konuk öğretim üyesi olarak dersler verdi. 1939’da Türkiye’ye döndü. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Filolojisi Kürsüsü Başkanı oldu. Kurtuluş Savaşı’nda evine kapanıp yazmadı Ateşten Gömleği. Ateşin ortasında yerini ilk alanlardan biri oldu. İlk kadın onbaşı ve ardından üstçavuş… Halide Edip Türk kadının neler yapabileceğinin abidesi oldu adeta.  “FEMİNİST KADIN” DUYGU ASENA Gazeteciliğe başladığı andan itibaren gözleri, kulakları, tüm duyuları fikirlerinin üzerine çekti. Hani derler ya: “Bir geldi, pir geldi”. Türk erkeklerinin korkulu rüyası oldu önce... Kadınların çoğu kocalarından öğrendi onun varlığını.. Ve Türkiye, Feminizm’i ondan öğrendi. Gazeteci, yazar (çoğu çevrelerce feminist yazar) ve Pedagog olan Duygu Asena Türkiye’de kadın haklarına ilgiyi çekmek için gerek kitaplarında gerek yazılarında dilini sivri tuttu hep. “Kadının Adı Yok” kitabı Türkiyede rekor kırdı ve çok ses getirdi 80’ lerde. “Pek arabesk bir kitap. Onca şey bir kadının başına gelir mi?” diyenler de oldu; tam anlamı ile bir başyapıt olduğunu düşünenler de. Adı olmayan Türk kadınını anlattı hep. Yılmadı yasaklardan, baskılardan, yazdı yazdı... Yazısı ile açtı kaleminin ucunu. Babası tarafından çocuk yaşta zorla evlendirilen, kocasından dayak yiyen, çalışamayan, yaşayamayan, evlenmeden kendi hayatını kuramayan, susturulan, küstürülen, ezilen ve göz ardı edilen bu ülkenin kadınları için yazdı. Müstehcen bulunarak yasaklanan “Kadının Adı Yok”un başına gelenler aslında Duygu Asena’nın mücadelesini ve yaptıklarını tam anlamı ile özetler nitelikte. Başlangıçta kitap yayınlandığı ilk yılda 40 baskı yaparak Türkiye'de satış rekoru, daha sonra filme çekilerek gişe rekoru kırdı. 40. baskıdan sonra Başbakanlık tarafından “muzır” bulunarak satışı yasaklandı. Duygu Asena bunun üzerine açtığı davayı kazanarak, kitabını tekrar özgür bıraktı. 53 kez basılan eser, Almanya, Hollanda ve Yunanistan'da da yayınlanarak, uluslararası başarı kazandı. Duygu da önce ses getirdi, sonra “muzır” bulundu, bazı evlere yazıları giremedi ama bu gün 8 Mart deyince akla ilk gelen kadın isimlerden biri oldu. 

 PİYANONUN EFENDİSİ İDİL BİRET 
“Harika Çocuk” olarak tanındığında daha 7 yaşındaydı İdil Biret. Sihirli parmaklarını piyano tuşları üzerinde gezdirdikçe büyüdü büyüdü ve bugün tüm dünyanın tanıdığı ve saygı duyduğu bir “idol” oldu. Suna Kan’la birlikte yurt dışında eğitim alması için TBMM’nin bir gece oturumunda yasa çıkarıldığında yaşı henüz 7’ydi. “Evlenip de dönmeyebilirler” diyenler de oldu, “Bu yetenek bir gün durabilir” diyenler de. Hatta yoksulluk edebiyatı yapıp filanca şey için paramız yok, bunun için mi bütçe ayrılacak diyenler bile oldu Meclis’te. Ama yüzleri kızararak izlediler başarı öykülerini ve yutkundular daha ilk senesinde Paris Radyosu’nda İdil’in konserini duyunca. 70 den fazla albüm, sayısız konser, sayfalara sığmayacak kadar ödül ve nişan… Ama hepsinden de öte, inanılmaz bir birikim ve müzikal hafıza oldu İdil Biret. Kendine tüm dünyayı hayran bırakan bu dopdolu kadın için Fransız yazar Prof. Dominique Xardel “İdil Biret-Une pianiste Turque en France” (Fransa’da bir Türk Piyanist İdil Biret) kitabını yazdı. 2006 yılının Eylül ayında Fransa'da yayınlanan kitap 2007’de Üner Birkan tarafından “Dünya Sahnelerinde Bir Türk Piyanisti: İdil Biret” ismiyle Türkçe'ye çevrildi. Birçok ilkin sahibi olan Biret, dünyanın en geniş repertuvarlı piyanisti ünvanını taşımakla beraber; olağanüstü bir hafıza, mükemmel bir teknik ve yorumlama gücüne sahip. Tüm dünyanın yakından takip ettiği Biret, bu ilgiyi her geçen gün hızla arttırıyor. İdil Biret şu sıralar ise Brahms’ın senfonilerinin piyano uyarlamalarını yazmakta. Kendi etütlerini de besteledi ve bir süre sonra gün ışığına çıkartacağını söylüyor. Sanatçı hiç durmadan, karşısına çıkan engellere serinkanlı yaklaşarak yaptığı yolculuğuna devam ediyor. Ve bir kadın onurla ışıldayan gözleriyle bir tarih yazıyor. 
 YASEMİN YILMAZ 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

MUTLU VE BAŞARILI BİR OKUL HAYATI MÜMKÜN

14 yıldır devlet okulları ve özel okullarda, eğitim sisteminin müfredat çıkmazına kendini kaptırmadan yepyeni çözümler getirebilmiş cesur bir eğitimci Filiz Yıldırım... Farklı ve “verimli” bir eğitim sistemi oluşturan ve bunu sadece okul öğretimine değil hayatın kendisine uyarlayan bir ekol adeta... Kendisi ile eğitim sistemini ve anne-babaların çocuklarına nasıl yaklaşması gerektiğini konuştuk. - Uzun yıllar devlet lisesi, özel okul ve dershane gibi çeşitli eğitim kurumlarında eğitimcilik yaptınız. Bu süreçte, eğitim sisteminde ve kullanılan yöntemlerde ne gibi eksik ve yanlışlara tanık oldunuz? Belli cümleler var. Ezber cümleler... Onların üzerinden gideyim. Birincisi ve en büyük yanlış: “Her çocuk aynı şekilde öğrenir!” Yani öğretmen; “Zeki çocuk vardır, zekası geri çocuk vardır. Bir öğretmen dersi işler, konuyu kendi yöntemleri ile anlatır. Zeki olan anlar ve sınavdan 100 alır ama diğer öğrenci kadar zeki olmayanlar düşük puan alır. Düşük not alanların daha çok çalışması lazım”

ÇOCUĞUNUZA MATEMATİĞİ SEVDİRİN

Matematik sadece çocukların değil, biz yetişkinlerin de çoğunun sevemediği ya da zor bulduğu bir kavram. Okul yaşamında da en çok sıkıntı yaratan derslerin başında geliyor. Bu önemli ama bir o kadar zor konuya çocuğunuzu okul öncesi hatta bebeklik döneminden itibaren hazırlamanız ve matematiği sevmesinde pay sahibi olmanız mümkün. Okul öncesi dönemde matematik kavramının nasıl geliştiğini, alıştırma ve oyunları ve kaynak olarak kullanabiliceğiniz kitapları bu yazıda bulabilirsiniz. OKUL ÖNCESİ ÇOCUĞU VE MATEMATİK Çocuğun matematik kavramını nasıl algıladığı, matematik kavramının ne zamandan itibaren öğrenilmeye başladığı ve matematik zekâsının gelişimi için sağlanabilecek destekler hakkında bilgileri Gazi Üniversitesi, Mesleki Eğitim Fakültesi, Çocuk Gelişimi ve Eğitimi Anahilim Dalı’ndan Çocuk Gelişimi ve Eğitimi Uzmanı Neslihan Avcı ve Hale Dere veriyor.. Matematikle tanışma doğumla başlamaktadır. Bebeklikte nesne devamlılığının kazanılmaya ve basit düzeyde neden-sonuç ilişkiler

ANNE OĞUL İLİŞKİSİNİ DENGELEMEK ÖNEMLİ

Annesinin eşinden ve kayınvalidesinden yakınmalarını çoğu kadın yıllar boyu dinlemiş, hatta dinlemekle kalmamış gözlemiştir. Sonra, kendisi evlenip çoluk çocuğa karışınca, çoğu kez bu yakınmalar daha doğrusu erkek egemen kültürün öğrettikleri, dayatmaları, ilkellikleri kendi hayatlarımızda gerçek olmuştur. Yani çoğumuz kocamızın ve kayınvalidemizin kadını ezen, kadını ikinci cins gören davranışlarına maruz kalmaktayız. Peki, bu kısır döngüyü kırmanın sadece ve de sadece sizin elinizde olduğunu biliyor musunuz? Bir kadın ve bir anne olarak “kraldan kralcı olmanın” lüzumu yok! Gelin erkek ve kız çocuklarımızı önce insan olarak yetiştirelim, erkek çocuklara “Sen kızdan üstünsün” demeyelim, davranışlarımızla... Ya da kız çocuğumuza ”Sen erkek kardeşinden aşağısın" demeyelim davranışlarımızla... Bizim gelinlerimiz eşlerinden ve kayınvalidelerinden sadece mutluluk ve özgürlük tadar olsunlar. Bunun için de de erkek çocuğunuza da tıpkı kız çocuğunuza rahatlıkla söylediğiniz gibi, “Hadi