Ana içeriğe atla

ETİ SENİN, KEMİĞİ BENİM!




İlkokulun ilk günü hakkında aklımda kalan bir fotoğraf var: Annemin elinden sımsıkı tutmuş, etrafta koşturan benden tecrübeli abiler ve ablaların koşturmacalarına özenerek bakıyor ve bir o kadar da çekiniyordum ve birden şu cümle ile irkildim: "Eti senin, kemiği benim!" Annem bir yabancıya beni uzatarak bu sözleri nasıl söylerdi. Et neydi? O kemikler benim kemiklerim miydi? Kemiklerime ne olacaktı? Bu yabancı kadın bana ne yapacaktı? Neden herkes ona öğretmenim diyordu peki?!

İşte bu sorular, korkular ve çelişkilerle başladı okul hayatım. Pek çoğumuz da bu yollardan geçtik ancak artık çağ değişti, bilinç değişti, eğitim yöntemleri eskisi gibi değil. Ben de bundan yola çıkarak okullu çocuğun ruh sağlığı hakkında eğitimcilerin ve ailelerin üzerine düşen sorumlulukları işin uzmanlarına sordum.

Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Güler Okman Fişek, okullu çocuğun ruh sağlığı konusunda herkesin çabasına ihtiyaç olduğunu ve bu çabanın da herkesi ilgilendirdiğini söyleyerek, neler yapılabileceği konusunda bizleri aydınlattı.

Aile ile okul ilişkisine geleneksel yaklaşımda, yani “Eti senin, kemiği benim” yaklaşımında sorun yoktu, çünkü aile ile okulun temsilcileri (örneğin; müdür, öğretmen) arasında pek beklenti farkı yoktu. Çocuktan beklenen ona ortaklaşa sunulan kalıba uygun olarak görevini yapması idi. Kalıba uyamayan çocuk için de özel bir önlem söz konusu değildi, uyamamak da onun gerçeği idi. Alt tarafı aile bir çare bulacaktı, okuldan, yani devletten beklenecek bir şey yoktu.

BUGÜN, “ETİ SENİN KEMİĞİ BENİM” YAKLAŞIMI GEÇERLİ DEĞİL!
Bugün durum farklı; her ne kadar okul/devlet çocuğun sağlıklı gelişiminden birinci derecede aileyi sorumlu tutuyorsa da; aileye destek, yerine göre aileye yol gösterme ve nihayet okul ruh sağlığı akımında çocuğun iyiliği okulun da görevi olmuş durumda. Özetle; çocuğun sosyal, zihinsel, duygusal ve fiziksel gelişimini artık bir bütün olarak düşünüyorsak aile ve okulu birbirinden ayrı düşünemeyiz. Dolayısıyla, bu konularda ciddi bir işbirliği gereği ortaya çıkıyor ve bu işbirliğinin sistematik uygulayıcısı da zorunlu olarak okul ve ona destek veren uzmanlar olmak durumunda. Bu noktada şu gerçeği unutmamak gerek: Bu anlatılanlar genelde aileler için geçerli ise, kendileri de bu toplumun üyeleri olan okul mensupları için de geçerli. Yani onlar da bir arayış içinde olmalılar.

 “Okul Ruh Sağlığı” konusu her şeyden önce bir bütünsel sistem meselesidir. Ne sadece okul elemanlarının, hatta Milli Eğitim’in ele alacağı bir konudur, ne de iş ailelerle başlayıp biter. Aynı şekilde tek tek ailelerin, sorun yaşayan çocuklarını bir ruh sağlığı uzmanına götürmesi de genel sistem açısından yeterli değildir. Okul ruh sağlığı girişimlerini toplumsal sağlık adına önleyici/koruyucu bir çaba diye düşünürsek, bu çaba herkesi ilgilendirir.

OKUL RUH SAĞLIĞI KONUSUNDA, OKUL VE AİLE NASIL BİR İŞBİRLİĞİ YÜRÜTEBİLİR?
Dolayısıyla, ilk konu genel bir sistem yaklaşımı gereğidir; tek bir yaklaşım her derde deva olamaz. (Myers, 1996). Aileler arasındaki olası farklılıklara çocuklar arasındaki farkları, kesimler arasındaki sosyo-ekonomik ve kültürel farkları, okul türlerinin farklarını eklersek, farklı gereksinimlerle karşı karşıyayız demektir. Kısaca, önce hedef kitleyi tanımak, tanışmak söz konusudur, ki bu hedef kitle iki uçludur; okul ve aile.

1. Sistem anlayışının ilk gereği olarak konunun paydaşlarını belirlemek gerekir. Aslında paydaşlar genel olarak belli: Yani bir ruh sağlığı uzmanları grubu, bir eğitim uzmanları grubu, bir idareciler grubu ve de bir ebeveyn ve çocuklar grubu. Burada konu yapılmak istenen işle ilgili nasıl bir görev dağılımı yapılacağı.

2. Bu seçim yapılıp bir ya da birkaç okulla anlaşma yapıldı diyelim. Okul tarafındaki paydaşlar (rehber/danışman, öğretmen, idareci vb.) ile ruh sağlığı uzmanı arasında bir anlayış bütünlüğü ve işbirliği zemini oluşturmak lazım. Burada işbirliğinin iki önemli ayağını unutmamak gerek: Biri; çalışmalara idari, bürokratik ve mali destek gereği, diğeri ise; öğretmen ve rehberlerin de destek gereksinimleri olduğu.

AMAÇ ORTAKLIĞI SAĞLANMALI!
3. Dolayısıyla, bu işbirliğini oluşturmanın önemli bir parçası okul genelinde bir  gereksinim değerlendirmesi/tarama yapmak, yerel gereksinime duyarlı olmak (Roberts, 2007). Yapılacak iş, ruh sağlığı uzmanı için önemli olduğu ölçüde okul personeli için de önemli olmalı ve benimsenebilmeli, dolayısıyla bir amaç ortaklığı sağlanmalı. Özetle, yapılacak uygulama sadece uzmanın değil, tüm okul sisteminin tasası olmalı. Bu konuda en önemli uyarı mesleki farklılıklardan, algı farklarından doğan anlaşmazlıklar konusunda anlayışlı, saygılı ve açık olma gereği ve bu yükümlülüğün özellikle ruh sağlığı ekibinin yükümlülüğü olduğunun bilincinde olmayı içerir (Roberts, 2007).

4. Yapılacak uygulamanın evrensel mi, risk gruplarına yönelik mi olacağına karar vermek, yani sorun çıkmadan önce soruna karşı tüm çocukları aşılamak mı, sorunu yaşayanlara yardımcı olmak mı daha önemli ve mümkün; bu kararı vermek gerekir (Spoth et al, 2008). Bizim kültürümüzde herhangi bir uygulamaya alınanlar ve alınmayanlar meselesi olumlu, olumsuz çeşitli sonuçlar yaratabilir, buna göre davranmak gerekir. Özetle, yapılan seçim için açıklanabilir gerekçeler oluşturmak gerekir.

5. Yukarıda dile gelen gerekle ilgili olarak bir tarama yapmış olmakta yarar vardır; amaç evrensel koruyucu ruh sağlığı olsun, belirli bir sendrom; örneğin öğrenme güçlüğü olsun, bu amaca yönelik gereksinimin düzeyini saptamak için, en azından belli bir okul evreninde bir tarama yapmak önemlidir.

6. İşin başında üniversitelerden paydaşlar yoksa, bu aşamada farklı araştırmacılarla temas kurulup çalışmalarından yararlanmak iyi olur. Örneğin, amaç ailelerin yetkinliğini arttırmak ise, bu kültürde, bu ortamda başarılı ailelerin ne yaptığı ile ilgili bilgi derlemek önem kazanır (Spoth, 2008).

7. Aynı şekilde hedef alınacak yaş grubuna da karar vermek gerekir. İlginçtir, bu konuda çalışanlar ergenlik ve okul öncesi dönemlerinin ilköğretim çağına göre daha çok hedef alındığından yakınmaktalar. (Örneğin; Richards, 2008).

AİLENİN DESTEĞİ ŞART!
8. Uygulanacak programın niteliği belirlenince sıra ailelere tanıtım, işbirliği çağrısı, açık seçik bilgilendirme konusuna gelir. Herhangi bir çocuk ruh sağlığı uygulamasının başarılı olmasının olmazsa olmaz koşulu ailenin işbirliğini elde etmektir (Roberts, 2007). İstenen işbirliğinin ailenin olanaklarını çok zorlamaması gerektiği düşüncesi birçok stratejik kararı yönlendirir. Örneğin; anne ve babalarla toplantılar/oturumlar yapılacaksa çalışanları düşünüp bunların akşam ya da hafta sonu yapılması bile çok önemli bir ayrıntıdır. Aileler bu tür toplantılara ne sıklıkta gelebilirler? Çocuklar için de aynı saatlere bir oturum mu koymalıdır? Yurt dışında iş böyle yapılıyor, bizde bu yürür mü? Yanıt hayırsa, programı sadece okulda çocuk ile yürütüp aileden, yani çalışmayan anneden aralıklı temas mı istenecektir? Aileyle bağlantı kurmak elzem ise bunu bizim koşullarımızda nasıl yaratacağız? Sonuçta, özgün çözümler şart! Buraya kadar sadece dış koşulların zorluğundan söz ettim. Bir de aile türlerine bakalım: Yeniliklerden çekinen geleneksel ebeveyn, çocuğunun her etkinliğine karışan meraklı ebeveyn, çocuğunu okula ihale etmiş olan modern ebeveyn, bunların her biri için geliştirilecek yaklaşımı değerlendirmek gerekir.

9. Bu da demektir ki, ailelerin gereksinimlerini, yeterli ve yetersiz hissettikleri alanları belirlemek, yani bir tarama yapmak söz konusudur. Onların da okul tarafı gibi bir paydaş oldukları düşünülürse, başlangıçta olumlu işbirliği zemini kurmak için onların seslerini duymak çok önemlidir.

10. Bütün bunları yaptıktan sonra programla ilgili bazı teknik sayılabilecek konular kalıyor, ancak onlar da önemli. Konu programın içeriği değil, o belki işin en bilinen yanı; esas sürdürülebilir, somut ve değerlendirilebilir bir uygulama yapmak. Özetle, herhangi bir programın sonunda bir etkililik değerlendirmesi olmaması söz konusu olamaz. O zaman etkililiğin nasıl ölçüleceğine baştan karar vermek gerekir. Ayrıca, belli bir süre devam etmesi düşünülen bir programda (ki çoğu böyle olacaktır) personel ve katılımcı değişiklikleri olacağını önceden hesaba katmak, ona göre sürekli eğitici eğitimi yapmayı planlamak söz konusu olur (Roberts, 2007).

11. Hedef kitle yaygın da olsa belli bir grup da olsa yapılan uygulamadan daha ciddi bir önlem gerektirecek durumlar ortaya çıkacaktır. Bu çocuklar için önceden bir yönlendirme düzeni kurmuş olmak iyi olur.

12. Bu tür çalışmaların ne kadar emek yoğun ve masraflı olacağını düşününce, aşamalı bir program bizim koşullarımızda daha uygun olur. Özetle bir pilot çalışması sonucunda daha geniş katılımlı çabalara girmek daha olası görünür. Aslında bu tür çok özverili çalışma örnekleri de var; bu örneklerden ders alıp daha kapsamlı ve sürdürülebilir bir uygulama yapmamızı sağlayacak unsur bu çalışmaların sistematik program planlaması ve değerlendirmesi yapmış olmasına bağlıdır. Bunun yokluğunda sistematik bir yaklaşıma bugün başlamak söz konusudur.

Dizinin diğer yazıları için tıklayınız.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

MUTLU VE BAŞARILI BİR OKUL HAYATI MÜMKÜN

14 yıldır devlet okulları ve özel okullarda, eğitim sisteminin müfredat çıkmazına kendini kaptırmadan yepyeni çözümler getirebilmiş cesur bir eğitimci Filiz Yıldırım... Farklı ve “verimli” bir eğitim sistemi oluşturan ve bunu sadece okul öğretimine değil hayatın kendisine uyarlayan bir ekol adeta... Kendisi ile eğitim sistemini ve anne-babaların çocuklarına nasıl yaklaşması gerektiğini konuştuk. - Uzun yıllar devlet lisesi, özel okul ve dershane gibi çeşitli eğitim kurumlarında eğitimcilik yaptınız. Bu süreçte, eğitim sisteminde ve kullanılan yöntemlerde ne gibi eksik ve yanlışlara tanık oldunuz? Belli cümleler var. Ezber cümleler... Onların üzerinden gideyim. Birincisi ve en büyük yanlış: “Her çocuk aynı şekilde öğrenir!” Yani öğretmen; “Zeki çocuk vardır, zekası geri çocuk vardır. Bir öğretmen dersi işler, konuyu kendi yöntemleri ile anlatır. Zeki olan anlar ve sınavdan 100 alır ama diğer öğrenci kadar zeki olmayanlar düşük puan alır. Düşük not alanların daha çok çalışması lazım”

ÇOCUĞUNUZA MATEMATİĞİ SEVDİRİN

Matematik sadece çocukların değil, biz yetişkinlerin de çoğunun sevemediği ya da zor bulduğu bir kavram. Okul yaşamında da en çok sıkıntı yaratan derslerin başında geliyor. Bu önemli ama bir o kadar zor konuya çocuğunuzu okul öncesi hatta bebeklik döneminden itibaren hazırlamanız ve matematiği sevmesinde pay sahibi olmanız mümkün. Okul öncesi dönemde matematik kavramının nasıl geliştiğini, alıştırma ve oyunları ve kaynak olarak kullanabiliceğiniz kitapları bu yazıda bulabilirsiniz. OKUL ÖNCESİ ÇOCUĞU VE MATEMATİK Çocuğun matematik kavramını nasıl algıladığı, matematik kavramının ne zamandan itibaren öğrenilmeye başladığı ve matematik zekâsının gelişimi için sağlanabilecek destekler hakkında bilgileri Gazi Üniversitesi, Mesleki Eğitim Fakültesi, Çocuk Gelişimi ve Eğitimi Anahilim Dalı’ndan Çocuk Gelişimi ve Eğitimi Uzmanı Neslihan Avcı ve Hale Dere veriyor.. Matematikle tanışma doğumla başlamaktadır. Bebeklikte nesne devamlılığının kazanılmaya ve basit düzeyde neden-sonuç ilişkiler

ANNE OĞUL İLİŞKİSİNİ DENGELEMEK ÖNEMLİ

Annesinin eşinden ve kayınvalidesinden yakınmalarını çoğu kadın yıllar boyu dinlemiş, hatta dinlemekle kalmamış gözlemiştir. Sonra, kendisi evlenip çoluk çocuğa karışınca, çoğu kez bu yakınmalar daha doğrusu erkek egemen kültürün öğrettikleri, dayatmaları, ilkellikleri kendi hayatlarımızda gerçek olmuştur. Yani çoğumuz kocamızın ve kayınvalidemizin kadını ezen, kadını ikinci cins gören davranışlarına maruz kalmaktayız. Peki, bu kısır döngüyü kırmanın sadece ve de sadece sizin elinizde olduğunu biliyor musunuz? Bir kadın ve bir anne olarak “kraldan kralcı olmanın” lüzumu yok! Gelin erkek ve kız çocuklarımızı önce insan olarak yetiştirelim, erkek çocuklara “Sen kızdan üstünsün” demeyelim, davranışlarımızla... Ya da kız çocuğumuza ”Sen erkek kardeşinden aşağısın" demeyelim davranışlarımızla... Bizim gelinlerimiz eşlerinden ve kayınvalidelerinden sadece mutluluk ve özgürlük tadar olsunlar. Bunun için de de erkek çocuğunuza da tıpkı kız çocuğunuza rahatlıkla söylediğiniz gibi, “Hadi