Ana içeriğe atla

OKULLU ÇOCUĞUN RUH SAĞLIĞI NASIL KORUNUR?


Çocuklarımız okuldan ve bizim “başarı” baskılarımızdan nasıl etkileniyorlar? Her şeyin en iyisi, en güzeli derken onun ruh sağlığını ne yönde etkilediğimizi biliyor muyuz? Öğretmen, öğrenci ve veli üçgeninde çocuğun ruh sağlığını korumak için nasıl bir yol izlenmeli? Bu yıl ikincisi düzenlenen Okul Ruh Sağlığı Sempozyumu tam da bu sorulara ve çok daha fazlasına cevap aradı. Sempozyumu organize eden isimlerden Psikolojik Rehabilitasyon ve Eğitim Programları Derneği (PREP) Yönetim Kurulu Başkanı, Çocuk ve Ergen Psikiyatristi Dr. Meltem Kora sorularımızı yanıtladı.

- Bu yıl ikincisi gerçekleştirilen “Okul Ruh Sağlığı Sempozyumu”nun gerçekleşmesinde önemli katkılarınız var. Öncelikle sempozyumun amacı nedir?
Okul Ruh Sağlığı Sempozyumları öncelikle milyonlarca çocuk ve gencin, yani toplumun temel taşlarının, ruh sağlığı gereksinimlerinin farkedilmesi ve sorunların oluşmadan engellenebilmesi ya da erken müdahale edilebilmesi için gerekli olan tüm etkinlik, uygulama, politika ve sorunların tartışılmasını sağlamak ve “koruyucu ruh sağlığı” anlayışı için bir farkındalık kazandırmak amaçlarıyla düzenlenmektedir.

- Sempozyum çerçevesinde hangi konular tartışıldı?
Bu sempozyumda temel konular “erken dönem eğitimin koruyucu ruh sağlığında rolü” çerçevesinde tartışıldı. Erken dönem önleme yöntemleri, mevcut uygulamalar, “özel eğitim” konusu, travmaya bağlı stres bozuklukları ve okul ortamında yapılabilecekler, uluslararası sivil toplum kuruluşlarının (UNICEF vb.) temel uygulama öncelikleri ve global perspektifler gibi ana başlıklar ele alındı. Öğrenme güçlükleri bağlamında özel eğitim konusu sempozyumda öne çıkan konulardan biriydi.

ÇOCUĞA “BAŞAR YA DA ÖL!” DİYEN SİSTEM
- Çocuklara “Başar ya da öl” diyen eğitim sistemimize ne gibi çözümler sunulabilir? Bu sisteme dahil olmak istemeyen, ama tabii ki, sistem dışı da kalmak istemeyen öğrenci ve velilerine önerileriniz nelerdir?
Ne yazık ki “başar ya da öl” sistemi denilebilecek bu çapraz ateş, tüm öğrencileri ve aileleri ister istemez etkiliyor. Neredeyse sistem dışında kalabilmek mümkün değil. Devlet okulları da özel okullar da, adına "”akademik başarı” denen ancak işlev olarak bakıldığında neye hizmet ettiği tam tanımlanamayan bir hedefe odaklanmış bulunuyorlar. Gerçekten, nedir bu hedef? Üniversiteye girmek mi? Hangi üniversiteye girmekten söz etmeli? Ne amaçla bu eğitimi almalı? Eğitimin kişinin yaşamında yeri ne? Hangi iş ya da meslek eğitimi için gerekli bu? Ülkenin bu iş ve mesleklere gereksinimi ne boyutta? Bir başka deyişle son noktası ve hedeflenen kişisel başarı kıstası ne? Öyle ki, “akademik başarısı” yüksek ama kendi hayatı için ne yapacağını bilemeyen yüzbinlerce genç var; öte yandan ak

ademik başarısı yeterli değil diye potansiyelini kullanmaya küsen bir o kadar daha genç var... Bu durumda somut öneri geliştirmek elbette zor, ama eğitimi hakikaten sorgulamak ve çocuk, genç ve ailelerin ruhsal sağlıkları ve gelişim potansiyellerini ele alamayan bir tutumu, politikayı sorgulamak, eleştirmek, okul ruh sağlığı sempozyumu gibi ortamlarda tartışmak önemli olacaktır, diye düşünüyorum.

MÜFREDATTAKİ ZORLUKLAR
- Müfredatta var olan eğitim sistemi ile uygulanan eğitim arasındaki farkın nedeni sizce nedir? Okullar, öğrenciler, veliler arasındaki rekabet bu farkı zorunlu mu kılıyor? Bu konu hakkında düşünce ve önerileriniz?..
Öncelikle son yıllarda değişen müfredat öğrenci merkezli eğitim denen bir yaklaşımla, büyük bir aşama geçirdi. Çoklu zeka modeline dayandırılan ve öğretmen yerine çocuğu ve çocuğun kendi gelişim potansiyelini öne çıkaran bu yaklaşım elbette pedagojik olarak uygun, ideal bir yöntem. Ancak uygulamada önemli zorluklar var. Bu zorlukların en önemlisi de uygulayıcılar ekseninde, yani öğretmenlerin müfredata uygun hareket etmelerinde yaşanıyor. Pek çok öğretmen prensip olarak bu yaklaşımı desteklese de nasıl uygulanacağını bilmiyor. Pek çoğu çocukluk ve gençlik çağında sık rastlanan psikolojik özellikler ve sorunlar hakkında bilgisiz. Hatta daha vahimi okul ortamının temel sorunu olan öğrenme güçlükleri kapsamında “özel öğrenme bozuklukları” ve “dikkat eksikliği hiperkativite bozukluğu” tedavi edilebilen ve özel ele alınması gereken tıbbi sorunlarken, hala bu özellikleri gösteren öğrenciler ahlaki bir sorunları varmışçasına ele alınabiliyor. Kaynakları geniş olan ve binlerce TL senelik ücreti olan okullar bile bu sorunları ele alma konusunda yetersiz ve hatta isteksiz kalabiliyorlar. Yani farklı olan öğrenciye karşı bir önyargı ortamı var. Bu durumda ağır öğrenme bozukluğu ve hiperaktive bozukluğu olan bir öğrenci “ahlaksız” ve “akademik başarısı düşük” yaftasıyla sistem dışında kalabiliyor.

Eğitimciler açısından işin bilgi eksikliği yönü kadar bir de öğretmenin yüklendiği ağır sorumluluklar, iş doyumu azlığı, genel tükenmişliği, ekonomik sorunları gibi meslek tatminine yönelik bir boyutu da var elbette. Bu da kuşkusuz sorunları arttırıyor.

ÖĞRENCİNİN RUH SAĞLIĞINA ÖNCELİK VERİLMELİ!
- Ülkemizde bir de devlet okullarıyla özel okullar arasında verilen eğitim arasında büyük farklar var. Özel okullardaki öğrenciler çok ağır ve acımasız bir eğitimin; devlet okullarındaki öğrenciler ise, kalabalık sınıfların ve çoğu zaman ihtiyaçlarının yeterince karşılanmamasının olumsuz sonuçlarını yaşıyor. Bu konudaki düşünce ve önerileriniz nelerdir?
Eğitim temel bir anayasal hak; ancak bu hakkın kullanılması konusunda bu denli sorunlar yaşanması ülkemiz açısından çok düşündürücü. Özel okullar ve devlet okulları arasında değindiğiniz farklar mevcut, öte yandan “iyi eğitim"” adı altında özel okullarda verilen eğitim çoğu zaman öğrencilerin ruhsal gereksinimlerinin farkedilmemesi gibi bir yöne gidebiliyor. Demin de söylediğim gibi kaynakları geniş olmasına karşın, özel okulların özel eğitim gereksinimlerini yeterince eğitsel alanda ele alamaması önemli bir zaaf. Devlet okullarında bin-ikibin’e ulaşan öğrenci nüfusuna karşın 1-2 psikolojik danışman bulunması nasıl yetersiz bir yaklaşımsa, 600 kişilik bir okulda ruh sağlığı yaklaşımının sadece 10 psikolojik danışman bulunmasından ibaret görmek de o denli yetersiz bir yaklaşım. İkinci örnekte psikolojik danışmanların bireysel çaba ve katkılarını desteklemeyen bir eğitim ortamı; örneğin öğrenciyi ezen, öğrenme güçlüğüne ben inanmıyorum diyen bir eğitim anlayışı da kalabalık sınıflar kadar vahim bir yetersizlik. Bu durumda söylenecek şey şu: Kimi özel okulların “iyi örnek” oluşturması önemli... Sadece danışman sayısıyla değil, örnek uygulamalar, ruh sağlığına öncelik veren bir eğitim anlayışı, eğitimde ruh sağlığına ağırlık veren bir akademik tutum, öğretmenin eğitimini, desteklenmesini, kendi ruhsal gereksinimlerinin karşılanmasını öne çıkararak rekabet eden kurumların olması son derece önemli...

İLKOKULDA BAŞLAYAN EZİCİ REKABET SÖZ KONUSU
- Okulların çocuk ruh sağlığını desteklemesi ve çözüm getirmesi gereken kurumlar olması gerekirken, “okul” hayatı nedeniyle, -özellikle de yoğun rekabet koşulları nedeniyle- stres altında kalan, hatta travma yaşayan çocuklar söz konusu? Bunun nedenleri ve çözümleri hakkında neler düşünüyorsunuz?
Bu durum tek tek “prestij” kazanmaya çalışan okulların neden olduğu sorunlar olduğu kadar, bir sistem sorunu da... Bırakın üniversiteye öğrenci sokma yarışını, özel liselere, fen liselerine, anadolu liselerine öğrenci sokma endişesi ile ezici rekabet ve stres ilköğretim 3. sınıfa kadar inmiş durumda... Hatta kimi okullarda ilköğretim anasınıfına öğrencinin girebilmesi için kuralar, mülakatlar gibi uygulamalar olduğu malum... Bunun sonu nereye varır? Daha 5 yaşındayken bir okula kaydolmak için anne babası gibi endişelerle eğitim hayatına başlayan öğrenciyi nasıl bir eğitim hayatı bekleyebilir?

Öncelikle eğitimin “prestijli” yönünün genişletilmesi ile rekabet eden okul sayısı arttığında ve okulları (devlet, özel ayrımı olmadan) nitelik olarak geliştirdiğinde bu baskı hafifleyebilir. Üniversitede “mühendislik” ya da “işletme” eğitimi almak kadar, teknik herhangi bir meslek eğitimi almanın da özendirilmesi ile (meslek okullarının yaygınlaştırılması ve itibarlarının arttırılması, özendirilmesi ile) yine bu rekabet ortamı azalabilir. (Burada önerilerin sisteme ve genel eğitim politikalarına değin olduğunu ve sadece ruhsal önerilerin yetersiz olacağını belirtmemde fayda var.)

ÇOCUKLUK ÇOK ÖZEL BİR DÖNEMDİR!
- Okul yaşantısı çok uzun bir dönemi kapsıyor. Çocukların mutlu ve keyifli bir okul hayatı sürmesi için eğitimcilere ve ailelere ve tabii ki öğrencilere neler önerirsiniz?
Çocukluk insan yaşamında çok özel bir dönemdir. Kişilik bu dönemde şekillenir; umut, istek, heves, başarma gücü, sorumluluk, erdem gibi toplumsal hayatın uygarlıklara biçim veren mayası bu dönemde atılır. Bu nedenle çocukluğun bu özgün, yaratıcılığa ve gelişime açık doğasının yıpratılmaması, bu gelişme potansiyeline kulak verilmesi son derece önemlidir. Biliyorsunuz sosyolojik bakışla, Ortaçağ’da çocukluk kavramının olmadığı, çocuklara birer minyatür erişkin muamelesi yapıldığı yönünde önemli bir teori mevcuttur. Çocuğun masum ve şekillenbilir özgün bir doğasının olduğu bu teoriye göre bir “aydınlanma” tutumudur. Aslında bu bakışla, ezilen, sorumluluk verilen, bir erişkin kadar çok çalışan (her gün sabah 6:00'da servise binip, kilometrelerce yol aşan, akşam 5:00'dan önce eve gelemeyen, cumartesi-pazar, özel dersten kurslara koşuşturan çocuklar) çocuklarımıza yine minyatür erişkinler muamelesi yapıyor olabilir miyiz? Bunu düşünmek gerekir.

Çocukların “çocuk olduklarını”, bu dönemin sihirli, neşeli, sorgulayan, öğrenmeye doğal olarak hevesli yönlerini ailelerin hiçbir zaman akıllarından çıkarmamaları önerilir. (Eğitimcilerin çoğu zaman bunu unuttuklarını da akıldan çıkarmayarak...)

ÖZEL EĞİTİME İHTİYAÇ DUYAN ÇOCUKLAR
- Her çocuk farklıyken ve farklı öğrenirken, eğitim sistemimiz bunu göz ardı ediyor. Farklı öğrenen çocukların sistem dışı kalmaması için ya da farklı öğrenen çocukların o farka yönelik desteklenmesi için önerileriniz nelerdir?
Aslında özel eğitim yönetmeliği, farklı öğrenen çocuğa yönelik yaklaşımları gayet yeterli biçimde ele almaktadır. Ancak iş yönetmelikte olduğu gibi “kitabi” yaşanmamaktadır. Öncelikle bir çocuğun okulda yaşadığı özelliklerin ne olduğunun iyi anlaşılması gerekmektedir. Öğrenme sorunları sadece “özel öğrenme bozukluğu” gibi sorunlarda değil, bir dizi ruhsal ve psikiyatrik sorunda da yaşanmaktadır. Bu sorunlar arasında; dikkat eksikliği/ hiperaktivite bozukluğu, depresyon, kaygı bozuklukları önde gelmektedir. Ancak bu klinik tabloların değerlendirilmesi alanında sorunlar yaşanmaktadır. Öncelikle ülkemizde bu sorunları değerlendirecek çocuk ve ergen piskiyatristi sayısı yetersizdir. İkincisi; bu uzmanlarla eğitim sistemi arasında sistemleştirilmiş bir bağlantı yoktur; kurulan bağlantılar gelişigüzeldir. Özel okullarda bile durum böyledir. Üçüncüsü; farklı öğrenen çocukların değerlendirileceği “rehberlik araştırma merkezleri”nde klinik tablolarla tanışık ve yetkin uzman sayısı azdır, bu merkezler sayıca yetersizdir. Dördüncüsü; “özel eğitim yönetmeliği”nin yürürlükte olan son halinde bahsedilen “özel eğitim kararı”na yönlendirecek bir araç olarak “eğitsel tanılama” kavramının ne olduğu açık değildir; bu deyim pek çok gelişigüzel testlerin (zeka testleri, nöropsikolojik testler, gelişim tesleri, vb.) okul ortamlarında “farklılık” saptamada kullanılmasına neden olmaktadır (farklılık dendiğinde önyargıdan kurtulunmadığı ölçüde, dışlamak, sistem dışına itelemek anlamına gelecektir). Yine “özel eğitim uygulamaları” okullarda birbirinden çok farklı, dağınık yöntemlerle ele alınmaktadır; “kaynak odaları” denen ek sınıflar pek çok okulda sağlanamamaktadır; “özel alt sınıflar” yine elenmiş, dışlanmış çocukların sınıfları olarak görülmektedir; “kaynaştırma” eğitimi alan öğrenci, ilaç kullanan öğrenci “etiketlenmiş” yaftalanmış bir öğrenci haline gelmektedir. Ne yazık ki bu durumda “farklılığı olmayan-normal” çocukların, ailelerin tepkilerinin ve dışlama eğilimlerinin de rolü büyüktür. Yapılacak en önemli hamle halkı, aileleri, eğitimcileri ruh sağlığı ve eğitim ortamlarındaki etkileri hakkında daha çok, daha çok bilgilendirmektir.  

- Okul ortamında öğrenme güçlüklerinin sağlıklı değerlendirilmesi için neler öneriyorsunuz? Bu konuda ebeveyn çocuğu nasıl destekleyebilir?
Demin de değindiğim gibi, öğrenme güçlüklerinin “özel öğrenme bozuklukluğu”ndan mı yoksa ruhsal, psikiyatrik sorunlardan mı kaynaklandığının anlaşılması önemlidir. Bunun için de öncelikle uzman bir çocuk ergen psikiyatristinin değerlendirmesi; okul ortamında yaşanan sorunların ele alınması; okul psikolojik danışmanı, sınıf öğretmeni, aile, psikiyatrist ve çocuk işbirliğiyle çalışılması önemlidir. Kolay ifade edilen bir kavram olan “işbirliği” ise pratikte son derece güç elde edilebilmektedir.

ÇOCUĞUN ZEKA TÜRÜNE GÖRE EĞİTİM MÜMKÜN MÜ?
- Artık aileler de "çoklu zeka yöntemi” kavramına uyandığı için, çocuğun zeka türüne göre eğitim veren okul arayaşında olabiliyorlar. Türkiye’de bu ihtiyaca yönelik okullar var mı, varsa hangileridir?..
Yeni müfredat, öğrenci merkezli ve çoklu zeka modeline uygun bir programdır. Bütün okullarda teoride uygulanması beklenmektedir. Ancak çoklu zeka kavramı da tam anlaşılamayan bir kavramdır; temel olarak zekanın tek bir bileşenden oluşmadığı prensibi gibi düşünülmemelidir. Eğitimin, aynı beslenmede de olduğu gibi her besinden dengeli biçimde yenmesi önerisindeki gibi tüm bilişsel, duygusal olanakların kullanılmasına yönelik olması gerektiği anlaşılmalıdır.

ÇOCUĞU BOĞAN OKULLARI SORGULAYIN!
- Çocuğun ruh sağlığını etkileyen en önemli unsurlar aile, okul ve sosyal çevresi şüphesiz. Sistemin getirdiği sınav kaygısı, gelecek korkusu, başarısızlık endişesi gibi unsurlar bir yana, eğitimcilerin ve ailelerin çocuklara yaklaşımı nasıl olmalı?..
Çocukluğun özel, tekrar yaşanması imkansız bir gelişim dönemi olduğunun unutulmaması esastır. Okula göre çocuk seçilmesi prensibi, çocuğa göre okul seçilmesine dönüşmelidir. Sadece iyi eğitim veriyor diye, çocukları boğan eğitim sistemlerini sorgulamak önemlidir.

- Okul hayatında hem başarı hem mutluluk mümkün müdür, yoksa bir ütopya mıdır?
Bu iki kavramı dengeleyebilen sistemler kurulabilir; aslında yoğun iddiada olmayan, “orta karar” okullar halihazırda bu hedefi önemli ölçüde başarmaktadırlar.

- Okulların çocukların ruh sağlığını korumak ve sorun olduğunda müdahale etmek üzere, neler yapması görevleri dahilindedir? Bu göreve eklenmesi gereken unsurlar nelerdir? Okullardaki Rehperlik ve Psikolojik Danışmanlık Merkezleri'ndeki 1 psikolog bu iş için yeterli midir örneğin?..
Okullarda tek bir psikolojik danışmanın bulunması yetersizlik olarak değerlendirilse de tüm okul ruh sağlığı yaklaşımını bol sayıda uzman çalıştırmak olarak görmek de yanıltıcıdır. Okul ruh sağlığı ülkenin eğitim ve ruh sağlığı politikasından başlamak üzere, öğretmen niteliği, eğitimi, okulların ekolojik özellikleri, ailelerin eğitim düzeyleri, okulların entegre oldukları sistemler, sağlık sisteminin genel işleyişi,  sağlık sistemi içinde ruh sağlığının nasıl ele alındığı, toplumun önyargılarına uzanan pek çok kavramdan etkilenen bir çerçeve kavramdır. Bununla birlikte pratikte önemli bir somut çalışma adımı okullar için öğretmenlerin ruh sağlığı konusunda daha çok bilgilendirilmesi olacaktır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

MUTLU VE BAŞARILI BİR OKUL HAYATI MÜMKÜN

14 yıldır devlet okulları ve özel okullarda, eğitim sisteminin müfredat çıkmazına kendini kaptırmadan yepyeni çözümler getirebilmiş cesur bir eğitimci Filiz Yıldırım... Farklı ve “verimli” bir eğitim sistemi oluşturan ve bunu sadece okul öğretimine değil hayatın kendisine uyarlayan bir ekol adeta... Kendisi ile eğitim sistemini ve anne-babaların çocuklarına nasıl yaklaşması gerektiğini konuştuk. - Uzun yıllar devlet lisesi, özel okul ve dershane gibi çeşitli eğitim kurumlarında eğitimcilik yaptınız. Bu süreçte, eğitim sisteminde ve kullanılan yöntemlerde ne gibi eksik ve yanlışlara tanık oldunuz? Belli cümleler var. Ezber cümleler... Onların üzerinden gideyim. Birincisi ve en büyük yanlış: “Her çocuk aynı şekilde öğrenir!” Yani öğretmen; “Zeki çocuk vardır, zekası geri çocuk vardır. Bir öğretmen dersi işler, konuyu kendi yöntemleri ile anlatır. Zeki olan anlar ve sınavdan 100 alır ama diğer öğrenci kadar zeki olmayanlar düşük puan alır. Düşük not alanların daha çok çalışması lazım”

ÇOCUĞUNUZA MATEMATİĞİ SEVDİRİN

Matematik sadece çocukların değil, biz yetişkinlerin de çoğunun sevemediği ya da zor bulduğu bir kavram. Okul yaşamında da en çok sıkıntı yaratan derslerin başında geliyor. Bu önemli ama bir o kadar zor konuya çocuğunuzu okul öncesi hatta bebeklik döneminden itibaren hazırlamanız ve matematiği sevmesinde pay sahibi olmanız mümkün. Okul öncesi dönemde matematik kavramının nasıl geliştiğini, alıştırma ve oyunları ve kaynak olarak kullanabiliceğiniz kitapları bu yazıda bulabilirsiniz. OKUL ÖNCESİ ÇOCUĞU VE MATEMATİK Çocuğun matematik kavramını nasıl algıladığı, matematik kavramının ne zamandan itibaren öğrenilmeye başladığı ve matematik zekâsının gelişimi için sağlanabilecek destekler hakkında bilgileri Gazi Üniversitesi, Mesleki Eğitim Fakültesi, Çocuk Gelişimi ve Eğitimi Anahilim Dalı’ndan Çocuk Gelişimi ve Eğitimi Uzmanı Neslihan Avcı ve Hale Dere veriyor.. Matematikle tanışma doğumla başlamaktadır. Bebeklikte nesne devamlılığının kazanılmaya ve basit düzeyde neden-sonuç ilişkiler

ANNE OĞUL İLİŞKİSİNİ DENGELEMEK ÖNEMLİ

Annesinin eşinden ve kayınvalidesinden yakınmalarını çoğu kadın yıllar boyu dinlemiş, hatta dinlemekle kalmamış gözlemiştir. Sonra, kendisi evlenip çoluk çocuğa karışınca, çoğu kez bu yakınmalar daha doğrusu erkek egemen kültürün öğrettikleri, dayatmaları, ilkellikleri kendi hayatlarımızda gerçek olmuştur. Yani çoğumuz kocamızın ve kayınvalidemizin kadını ezen, kadını ikinci cins gören davranışlarına maruz kalmaktayız. Peki, bu kısır döngüyü kırmanın sadece ve de sadece sizin elinizde olduğunu biliyor musunuz? Bir kadın ve bir anne olarak “kraldan kralcı olmanın” lüzumu yok! Gelin erkek ve kız çocuklarımızı önce insan olarak yetiştirelim, erkek çocuklara “Sen kızdan üstünsün” demeyelim, davranışlarımızla... Ya da kız çocuğumuza ”Sen erkek kardeşinden aşağısın" demeyelim davranışlarımızla... Bizim gelinlerimiz eşlerinden ve kayınvalidelerinden sadece mutluluk ve özgürlük tadar olsunlar. Bunun için de de erkek çocuğunuza da tıpkı kız çocuğunuza rahatlıkla söylediğiniz gibi, “Hadi